13 Ocak 2012 Cuma

Damladan Deryaya 4: #Kapadokya

       Kapadokya, bir düşler şehri, adını efsanelerden alan. Öte yandan bir doğa harikası, günü gününe uymayan. Her gün değişen, her gün yeniden güzelleşen.


        Kapadokya bölgesini bir kraliçe olarak düşünsek tacı peri bacalarıdır elbette. Tüm ihtişamıyla, albenisiyle, gizemiyle güzelliğine güzellik katar Kapadokya'nın. Bunu bilmeyen insan evladı kalmamıştır artık sanırsam. O sebepledir ki ben kraliçenin detaylarında ki güzelliklerden, elbisesini süsleyen incilerden yani çanaklarından çömleklerinden söz edeceğim. Söz etmek de sayılmaz aslında nacizene bir kaç örneğini fotoğrafladım onları paylaşacağım.



Eskiden Nevşehir ve çevresinde  kilim dokuyamayan kız alınmaz, çömlek yapamayan erkeğe de kız verilmezmiş. O kadar kıymetli, mühim işmiş çömlekçilik. Günümüzde gelenek sürdürülmese de hala çok kıymetli bir uğraş.




Yerli, yabancı her cins turistin ilgisini çeker. Atölyelerden içeri girenleri ağızları bir karış açık kendilerini seyre daldırır bu güzellikler. Bizde öyle oldu en azından.


.

Her biri el emeği göz nuru. Artık nostalji olmuş, insan gücüyle çalışan tezgahların yerini motorluları almış ama olsun, her bir çömlek hamurunu kendi elleriyle, kendi enerjileriyle şekillendiriyor ustaları.


      
       Hiçbiri diğerinin aynısı değil, istese de olamaz. Bir kişi şekillendiriyor, biri pişiriyor, biri renklendiriyor, bir diğeri sırlıyor. Her bir ürün onlarca kişinin elinden geçiyor, emeği geçen herkesin duygusunu barındırıyor.

    Çok mu duygusal yaklaştım olaya nedir. Ancak atölyeden içeri girip binlerce farklı çömleği bir arada görünce hele hangi aşamalardan geçip o raflarda yerini aldığını da bilince akla ilk gelen şey "emek" oluyor.



     Eski çağlardan kalma eserlerin benzerleri dışında yapılan ürünlerin desen ve renkleri tamamen üreticisinin hayal gücü, o an ki ruh hali. Bir nevi kendisini ifadesi.


 
     Bazı ürünlerde bölgenin müzelerinde sergilenen çoğu Hitit temelli eserlerin birer kopyaları. Hikayeleri itibariyle ilgi gördükleri muhakkak. Bunlar arasında gözyaşı şişesi , Hitit şarap şişesi gibi eserlerde var.( Hitit Güneşi de var dediler ama göremediğimiz için hakikaten var mı yok mu bilemiyorum.) Ustanın  anlattığına göre şarap şişesi  aslında bir kol girebilecek genişlikte bir halka. Şarabın sunumunu yapan kişi şişeyi koluna takıyor ve şarabı doldururken sunum yaptığı kişinin önünde hafifçe eğiliyormuş, bu konuğa saygı göstergesiymiş.


  
    Bir diğer hikayesi olan eser "gözyaşı şişesi". Ustanın anlattıklarını tam hatırlayamadığımdan ufak bir google sorusuyla şişenin manasını da buluverdim. Anadolu da Frig'ler döneminde, ayrıca eski çağlarda İran'da kullanılan şişelere "Gözyaşı Şişesi" deniliyormuş. Ölünün arkasından akıtılan gözyaşları bu şişeye akıtılır ve ölüyle birlikte gömülürmüş. İran'daki kullanımı ise; savaşa giden eşin, oğulun ardından anaların akıttıkları gözyaşlarını bu şişelerde biriktirmeleri şeklinde imiş. Başka bir rivayete göre de, çok eskiden birbirinden ayrı düşen insanlar, özellikle de sevgililer duydukları acıdan dolayı ağladıklarında gözyaşlarını biriktirirlermiş "cüssesi küçük işlevi büyük" şişelerin içerisinde. Ve bu şişeleri sevdiklerine gönderirlermiş. Gözyaşı ile dolu olan şişe; sevginin, özlemin bir göstergesiymiş. Adeta "seni o kadar çok özledim, o kadar çok seviyorum ki, işte bunun kanıtı. Senin için bu kadar ağladım, bu kadar gözyaşı döktüm." derlermiş. ( Kaynak )





    Gezdiğimiz atölyenin ismini hatırlamıyorum, oldukça büyüktü ve bir o kadar güzel ürünleri vardı. Hangi akla hizmet not etmediğimi, hele onca fotoğrafı çekerken Trabzonspor logolu tabağı nasıl göremediğimi (bakınız aşağıdaki fotoğraf sağ üst köşe ) hiç anlamıyorum. Aklım nerdeydi o an, hangi desene takılıp kalmıştım Allah bilir. Bakmak ve görmek arasındaki farkı bir kez daha hatırlamış oldum. Binbir pişmanlıklar eşliğinde.






Gönül istedi hepsinden alalım, bizim olsun. Gönülün değil yine imkanların dediği oldu ve bir iki parça dışında sadece fotoğrafları bizim oldu. Buna da şükür. Dünya gözüyle görmek nasip oldu bir doğa harikasını, emek harikasını, kültür kaynaşmasını. ( Bölgede elinizi sallasanız havaya değil  Japon'a temas ediyorsunuz. Ve çok ilginçtir onca güzelliğe rağmen tepkileri hep donuk. Çok mu görmüşler, ya da tepkilerini mi belli etmiyorlar anlamadım. Olsun sevimli insanlar. )



Çamurdan çömleğe, çömlektenKapadokya'ya diyerek bir damladan deryaya bölümümüzün daha sonuna gelmiş bulunduk. Ligarba'nın doyumsuz anlarına, 2011 Kasım'ında eklediğimiz parçalarla "an"ı biriktirmeye bahşedilen yeni günlerde de devam ediyoruz. Hayrolsun.