11 Kasım 2011 Cuma

Damladan Deryaya 3 : # Çay

Ülke olarak, millet olarak, birey olarak tahammülü güç, oldukça zor günler geçiriyoruz ki  "O (c.c), dağına göre kar verir bunların da bir hikmeti vardır" deyip yaradana sığınmaktan başka da hiçbir şey gelmiyor elden.

Öylesine çetrefilli günler yaşıyoruz ki ufacık tebessüm arar haldeyiz çevremizde, içimizi bir nebze olsun ısıtabilmek için. Ancak ardı arkası kesilmeyen kara haberlerin gölgesinde içimizi ısıtan tek şey bir bardak demli "çay" şu sıralar.
Çay bir kültür, çay bir bağımlılık. Öyle ki kimi zaman su içmeyi unuturuzda çay içmeyince huzursuzluk kaplar bbedenlerimizi. Öğrenci kantinlerinde plastik bardakta, asker ocağında metal  kupalarda, yolculuklarda termoslarda, şanslıysak belki de ince belli bir çay bardağında... Semaverde, porselen demlikte,bakır çaydanlıkta,  çaycıda olmadı sallama halinde poşetlerde. Şekli şemali, sunuluşu nasıl olursa olsun yeterki demli ve sıcak olsun, içimizi ısıstsın ufak ama etkili dinlenmeye vesile olsun, hayatımıza dahil olsun isteriz "çay". ( "Tabi soğuk tercih edenlerde olmuyor değil, onlara da saygımız sonsuz lakin çay dediğin sıcak içilir be abi " :) ) O kadar kıymetlidir yani.

Aslında çok daha farklı bir yazı hazırlamıştım çay için. Disiplin çalışmalarına eklenmek üzere yazılmıştı. Bekliyordu öylece arşivde. Sonra tumblrda gezerken çay üzerine yazılmış, söylenmiş sözlerin bir araya getiren bir yazıya denk geldim. ( Derlemeyi yapan kendisi midir bilmiyorum ancak en temel kaynak UsseinCeles olarak görülüyordu. )  Okudukça sevdim, ayrı ayrı notlar aldım. Çaydan yola çıkarak öyle güzel sözler söylenmiş, şairlerimiz, yazarlarımız, aşıklarımız öylesine güzel kullanmışlar ki "çay"ı duygularını ifade ederken, vazcaydım  kendi çayımdan "damladan deryaya gidiyor ya bu , asıl bunu paylaşmalıyım" diyerek.

***

Ve işte huzurlarınızda damladan deryaya, Cemal Süreya'dan Sunay Akın'a duygulara tercüman olan "çay".



İki çay söylemiştik orda, biri açık,
keşke yalnız bunun için sevseydim seni.
(Cemal Süreya)

Haydi iç de çay koyayım.
(Ah Muhsin Ünlü / Onur Ünlü)

Ve hala ince belli bardakta içilen çay tüm felsefe ,
poetika ve kuramların üstündedir.
Çay duyguların sıvı halidir.
(Bekir Erdoğan)

O bir çay istemişti, trenin içinde
biz tren yolcusuyduk, çölün içinde
ben yalnız kalmıştım, senin içinde
oysa kaç kişinin yerine sevmiştim seni!


aşkı geçtik, gözlerini açabilirsin
(Haydar Ergülen)

Ama bu kente gelirsen unutma beni ara,
sana bir çay ve temiz yaralar ısmarlarım.
(Osman Konuk)

Bizim içtiğimiz çay da çaydır
Çarpık dudaklı ezik gözlü allı mavili çaylar
Vadilerden renkli yağmurlar gibi gelir.
İçtiğimiz çay.
(Sezai Karakoç)

Çayın rengi ne güzel
Sabah sabah,
Açık havada!
Hava ne kadar güzel!
Oğlan çocuk ne kadar güzel!
Çay ne kadar güzel!
(Orhan Veli Kanık)

Çay içiyoruz
mutlu bir sessizlik içinde.
(Cevat Çapan)

Günün aydın, akşamın iyi olsun” diyen biri olmalı.
Bir telefon çalmalı ara sıra da olsa kulağımda.
Yoksa, zor değil, hiç zor değil,
Demli çayı bardakta karıştırıp,
Bir başına yudumlamak doyasıya.
Ama; “Çaya kaç şeker alırsın?”
Diye soran bir ses olmalı ya ara sıra…
(Can Yücel)

Biriniz birkaç yıldız taksın gökyüzüne
biriniz çay hazırlasın
biriniz akşam olsun
(Mevlâna İdris Zengin)

Basit yaşayacaksın basit
Sanki bir gün yaşamın sona erecekmiş gibi basit,
Çay, Simit ve Peynirle.
(Nazım Hikmet Ran)

Çekti ayakları kahveye vardı
Açtı tabakasın, sigara sardı
Daldı.. neden sonra garsonu gördü
‘Çay’ dedi, yutkundu, eğdi başını.
(Abdurrahim Karakoç)

Çaydanlığı sürüyoruz ocağa
kayna suyum kayna suyum
kayna da çay içeyim
ben böylesi sabahları
içine de
içine de
……………………..


o biçim!
(Hasan Hüseyin Korkmazgil)

Hıncım bana kalsın gayrı
sen yalnızlığımı götür.
Bana çay demlemeyi öğret
elimi yüzümü yıkamayı,
ağzıma rakı koydurma.
(Ahmet Oktay)

Çay içiyordu. sıkılıyordu. hamamda şarkılar söylü-
yordu görüntüm. işbaşı yapıyordu çalıntı zamanlarda.
(Altay Öktem)

Bütün gün kahvede oturdum yedek kulübesinde
ve bir kardeşim saf dışı kalsın diye
çay söyledim kahveden.
(İbrahim Tenekeci)

seni çay içerken izlemek
seni çay doldururken
seni demlerken çayı
kimseler inanmasa da düpedüz sevap
(Alper Gencer)

Dans eden bir kadının ayak bilekleri gibidir
Judy Garland gibi çay
Kan gibi çay.
(Sezai Karakoç)

Atları çayıra saldım diş kamaştıran erik ağaçları altına
Nisan toprağı kalbimde ağarıyor
Bence o çocuk öyle gülmemeli
Şimdi bir kadın çay demlese
(Ergin Günçe)

Çaycı getir ilaç kokulu çaydan
Dakika düşelim senelik paydan
(Necip Fazıl Kısakürek)

Biraz çay soğuklarda.
Ne kadar acı şu dünya
(Behçet Necatigil)

Bir bardak demli çay
burukluğu gibi kalsın
gecenin ve sabahın tadı
yaşasın anılarımızda
(Ahmet Telli)

Her gülümseyişinde tüm ülkeye çay ısmarlayayım,
seninleyken bir yudum çay zenginleştirilmiş uranyum gibi enerji veriyor bana Şebnem.
(Murat Menteş)

Çay henüz her şey bitmedi demektir.
(Cezmi Ersöz)

hayatta herkesin mutlaka
bir sarayburnu aile çaybahçesi varsa
hayatta herkesin mutlaka bir istanbulu varsa
hayatta herkesin mutlaka bir tanrısı varsa
ve biz tanrısız kaldığımıza göre
sen benimle mi gelirsin
ben sen de mi kalırım
bunu bırakalım şu geçip giden bulutlar düşünsün
(Salih Bolat)

Çay içmeye gidenler vardı akşamüstü, parklara gidenler de
Duruma uymak kısaltıyordu günlerini artamayan eksilmeyen bir hüzünle…
(Turgut Uyar)

Aşkınla demlenmiş sıcak bir çay içmeliyim.
Küfürler saçıp etrafa, belalara bulaştırmalıyım ağrılı başımı.
Yokluğuna alışmamalıyım.
(Tarık Tufan)

bir çay yalnızlığı emirgân’dan öteye
değdikçe ısındığı yaldızlı bardağın
(Attila İlhan)

Ve oturdu mu bir masaya
hakkını verir çay içmenin
(Cahit Zarifoğlu)

Ya da bir oda kapısını açtığınız zaman
O müthiş öğle sıcağında
Pencerenin önünde örgü ören birinin
- Örgü mü, bir çay bardağını başka başka tutan ellerin becerikliliği mi-
Görülmediği gibi
Ama var mıydı sanki görülmek isteyen
Var mıydı bir şeyler bekleyen yüreğimin eskittiklerinden.
(Edip Cansever)

Benim çay bardağımda senin gözlerin olur
Senin gözlerin sizin çay bardaklarınızda
Onların gözleri
(Sezai Karakoç)
Çay bardağına bırakılan dudak payı kadar bile uzak kalamam gözlerine.. yakın olsun isterim ellerime ellerin yanındaki beton binaya yaslanması gibi köhne bir evin.. çünkü seni bir çivi çaktım beynime ve bütün kerpetenleri toplayıp attım denize.. (Sunay Akın)
*** 

17 Ekim 2011 Pazartesi

Dinle-ndir Ruhunu - 2

 Lena Chamamyan 'ın "Cha'am" şarkısını daha önce paylaşmış tek bir kelimesini anlamasam dahi dinlerken ruhumu da dinlediğimden bahsetmiştim.
Hazır sonbahardayken, ruhumuzu dinleme mevsiminin ortasındayken bir diğer dinlenilesi şarkıyı daha paylaşmak istedim.

Mariami Abduselişi 'den  " Nani Nana" . Bu kez tek kelimesini anlamadığım diyemeyeceğim. Zira Lazca' ya merak saldığım yıllardan kalma bir kaç kelimeyi şarkıyı dinlerken hatırladığımı farkettim. ( Pek mutlu oldum :). Balık hafızama rağmen hatırlamak, şükür vesilesi oldu benim için.)

Laz dilinin yaşatılması, yayılması en azından bizlerinde öğrenebilmesi için sağladığı kaynakla büyük emek sahibi Lazuri.com 'un katkılarıyla , Mariami Abduselişi " Nani Nana".

Bir 4 dakikalığına da olsa  dinle-ndirin ruhunuzu.





1 Ekim 2011 Cumartesi

Yaşaması en keyifli mevsim "Sonbahar"

Bir kompozisyon yazısı, 
sonbahar.
Giriş kısmını geçip gelişme satırlarındayız. 


İşte tam bu satırlarda doğanın en güzel renklerini göreceğiz.
Dört açmak gerek gözleri, bakmaktan öte görmek gerek doğanın keyif veren ahengini.
Hatta görmek yetmez çoğu zaman hissetmek gerek.
Varlığını verene  şükretmek gerek.



                                        
Yaşaması en keyifli mevsim sonbahar.
 Eylül çocuğu olmaktan ötürü böyle hissediyorumdur belki. 
Belki yaşadıkça diğerlerinden bir adım öne sıyrıldığından. 
Belki diğer üçünü de içinde barındırdığından. 
Hepsini birden yaşayabildiğimizden belki.
Ya da ne bileyim mahsun duruşlu olduğundan... 



Her ne sebeple olursa olsun keyiflerin en güzeli; 
rengarenk doğaya olabildiğince çok, doyabildiğince bakmak.

Yine ,yeniden bu keyfi yaşatan sonbahar,
hoşgeldin.


Fotoğraf: Ligarba
Yer: Maçka, Sümela Manastırı


30 Eylül 2011 Cuma

Hoşgeldin Sonbahar


Sıcacık bir yazın ardından hoşgeldin 
sonbahar. 
Tüm hüznünle, serinliğinle, sadeliğinle, asaletinle...

2 Ağustos 2011 Salı

02.08.1967'den Beri ...



Kıyısından köşesinden ufacık da olsa  parçası olmaktan gurur duyduğum, 
Fırtınam, İhtilalim, Efsanem...
 İlelebet varol.


30 Haziran 2011 Perşembe

Dinle-ndir Ruhunu

Bir tını işitirsin bir yerlerden. O an  işler içinde bir yerlere.

Bir tını gelir önden, örter geriden geleni. Dinlendirir ruhunu, alır götürür bilmediğin diyarlara. Dalarsın düşüncelere, yormadan kendini. Neden bilmem bir ferahlık hissedersin, acayip bir  tebessüm oturur ifadene anlam veremezsin.

Ardından sözler gelir ama duymazsın onları, önemsemezsin. Ne dediği değil, ne hissettirdiğidir önemli olan o an. Neycedir, ne der, kime der, kime ne?
Kaybolup gitmişsindir sen zaten melodide. Önemli olan budur. Gerisi hikaye.





Ve işte beni, bana sormadan alıp götüren bir melodi. Lena chamamyan 'dan - Cha'am. Dili Arapça, ne anlattığına dair en ufak fikrim yok. İşin aslı araştırmadımda. Bozmak istemedim bende uyandırdıklarını. Bana has kalsınlar istedim. Daha ilk anda "dinle-ndir ruhunu " dedi. Dinle-dim onu.
Neden bilmem sevdimde.



25 Haziran 2011 Cumartesi

"Ben Sadece Ben Olmak İstiyorum" derdi

der ve "Ayrılık şarkısı"nı söyler sonunda Kazım. 

Öncesinde daha nicelerini söyler. Her biri ayrı değerli , her biri ayrı derya.
Ama öyle bir tane söyler ki işte o Kazım'dır.
 33 yıllık yaşantısının özetidir.
Kısaca;

"BEN" dir.

Aslında üç mısraya sığdırır kendisini bu şarkıda ve der ki ;
 
...
Yaşamak istiyorum sadece
Kendi savaşlarım uğrunda
Ben sadece ben olmak istiyorum
... 





Baba ben yıkıcıyım ama
Kendini bilmez değilim
Yaşamak istiyorum sadece
Kendi savaşlarım uğrunda
Ben sadece ben olmak istiyorum

Işık hızıyla geçen zamanı
Yaşamak belki de çok zor
Korkuyorum ben geçmişten
Korkuyorum gelecekten

...
"Kendisi olabilmiş " yüreği güzel insan, rahmetler ola.

18 Haziran 2011 Cumartesi

LYS zedeler için söyler bu kez Bob Amca

Hayallere giden yolun ikinci aşaması var bugün. Şu saatlerde ter döküyor binlerce genç beyin matematik- geometri sınavında. Yıl boyunca çok yoruldular ve bir o kadar da üzüldüler. Kopyaydı, sehvendi, kaybolduydu, yüzüktü ,anahtardı, küpeydi, kıldı tüydü derken çok yıprandılar. Kolay değil hayatlarının geri kalanına nasıl şekil vereceklerine dair önemli adımlar atıyorlar. Bir soruyla binlerin önüne geçmek ya da hayallere bir "adiyos" çakmak.  Onlar için durum bu.



 Peki ya biz tuzu kurular için nedir durum? Şunu yap, şundan uzak dur, aman heyecan yapma, çok su içme, yapamadığına takılma, gözetmenin saçma espirilerini duyma vs.  şeklinde çeşitli önerilerde bulunuyoruz oturduğumuz yerden. Dinliyorlar mı? Tabiki hayır. :) Çünkü hepsi hedefe kilitlenmiş durumda. Ne dersek diyelim duvarlarından çarparak bize dönüyor.

Bizim sözlerimizin yapamadığını Bob Marley yapabilir mi? Sızabilir mi  o kalın duvarların arasından ve onlara tüm ahengiyle "don't worry, be happy" diyebilir mi?

Bir ümit. Entel büyüklerimizin dediği gibi yapıp "Biz evrene yollayalımda dileğimizi o nasıl biliyorsa öyle yapsın". :)

11 Haziran 2011 Cumartesi

Sonunu Düşünen Kahraman Olamaz

"Sonunu Düşünen Kahraman Olamaz!"  böyle söylemişti ünlü Türk düşünür Polat Alemdar.

 Doğru söylemiş aslında. Siz hangi masalda hikayenin kahramanının sonunu düşünerek hareket ettiğini gördünüz. Onlar düşünmediler anı yaşadılar ve kahraman oldular. Peki, ya sonra? Hiç düşündünüz mü "onlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine" sözünün sonrasında acaba halleri nicedir diye?

İşte Dina Goldstein  bunu düşünmüş ve ilginç sonuçlara varmış.






Ve bence kuvvetle muhtemel ve en can alıcı sonlar.  :)

 



6 Haziran 2011 Pazartesi

Bir Duru Ses :Erdem Ergün

 Millet olarak iki, üç hatta daha fazla farklı öğeyi bir arada bulunduran şeyleri severiz. Üçü bir arada kahve, komple bir cep telefonu, herşey dahil tatil, fıstıklı dondurmalı künefe, gökkuşağı vs.  :) Örnekleri dilediğimizce arttırabiliriz.

Bugün tam da bu konuya istinaden bir sesi örnek vereceğim. Kendisini, kalbe usulca dokunan sesini radyo dinlerken tanıdım. Önce "aa Nev yeni albüm çıkarmış" diye sevinirken birden "yaa bir dk Nev değil ki, Hayko'yu da andırıyor sanki ama o da değil. Ama tarz aynı Erkan Oğur. Kim ki?" karambolüne düştüm. Yalnızca biri değildi hepsini barındıran bir tek kişiydi. Bir nevi üçü bir aradaydı.

Öğrendim ki aslında o  "Erdem Ergün"di. Duru, yormayan, alıp götüren bir tınısı var. Dinlettiriyor kendini. Sıkılıpta değiştiresiniz gelmiyor. Yani en azından benim gelmedi. Tüm albümü hiç durdurmadan dinledim, dinliyorum. Belkide kendisini dinletmesinin nedeni herhangi bir kaygı taşımaması. Sadece kendini anlatmasıdır. Velhasıl kelam samimiyetine inandığım herkesi sevdiğim gibi sevdim Erdem Ergün'i.

Albümünün adı "Yek Ahenk",video "Alma Ahımı" şarkısına ait. Diğer parçalarını fizy adresinden dinleyebilir(sin)iz. :)

5 Haziran 2011 Pazar

Pürüz İnsan Modeli Devam Eder

" Düğün günü kapıdan çıkarken elbisesinin tokası düşen insansın sen..."

Kardeşimin  pürüzlü hayatıma dair yaptığı yorumdur efendim.

Aylardır yazdığım her yazıda bir sorun çıkarak yarım kalmasının, yaptığım her işi çifte yapmamın, metroyu saniyelerle kaçırmamın, hatta özene bezene aldığım kitabın 17 sayfasının hatalı çıkmasının özetidir bu cümle. Kısaca "ben"dir. 

Aldığım çileler hep düğümlüdür  mesela. Mesela hiç yeşil ışıkta geçemem hep takılırım  kırmızıya. İnternette bakmam gereken acil bir şey varsa o an gider mesala ya da kitleniverir bilgisayar.

Öyledir işte. Vardır mutlaka bir pürüzüm. Başak burcu olmanın getirdiği detaycılıktandır belki hepsi. Ya da yanlış seçimlerimin diyetidir.

Aylardır günlerimiz ligarba tadında geçiyor. Ne acı ne tatlı. Bir mayhoş.
En olgun ligarbaya ulaşmak kadar çetrefilli.  Bu bile belkide yanlış seçim. Ligarba şimdilerde birçok yerde hazır satılıyor. Ama tercih dalından, en güzelini yeme isteğinden yana olunca dikenleri acıtıyor, kanatıyor ya sabır çektiriyor. Durup düşünmeye sevk ediyor. "Yahu neden zor olanı? Bak kestirmesi var nedir zorun yani?"
 Denizin bile dalgalı olanını severken tabakta önüne gelen ligarbanın ne kıymeti var ki  deyip yine yeniden işe koyuluyoruz kaldığımız yerden.


Hayrolsun.


Not: Görsel sırf görsel olsun, ayrıca pürüze örnek olsun düşüncesiyle eklenmiştir . :)

27 Ocak 2011 Perşembe

Damladan Deryaya- 2 ~~ Uçurtma Avcısı, Bin Muhteşem Güneş ; Khaled Hosseini


Bir yazar.Halit Hüseyin (Khalid Hosseini). Müthiş betimlemeri düşünen, aktaran, akıcı, okuyanı satırları içinde  sarıp sarmalayan üsluba sahip bir kelime üstadı.

Bu kadar etkili olmasının sebebi belki de anlattıklarının gerçek olabilme ihtimalidir. Kim bilir?
Yaşanmış olabilme ihtimalidir belkide her olayın balyoz gibi soluk borumuza inivermesinin sebebi. 

Ard arda iki kitabını okudum.Uçurtma Avcısı ve Bin Muhteşem Güneş.

İki farklı öykü, ortak tema. Afganistan tarihsel süreci ve çaresiz insan halleri.

Bin Muhteşem Güneş'de  düşen bir füze ile yolları kesişen iki kadının dostluk hikayeleri, dostluğa uzanan süreçleri  anlatılıyor. Kadın olmanın, savaşın ortasında kalmış bir kadın olmanın, çıkar yolun yine bir kadına tutunmak olduğunun çarpıcı hikayesi. Çocuk yaşta evlendirilen ve çocuğu olmayan Meryem ile yine çocuk yaşta  çocuğu için evlenmek zorunda kalan Leyla'nın hikayesi.

 ***


***
"Bir insanı öldürdüğün zaman, bir yaşam çalarsın. Karısını bir kocadan, çocuklarını bir babadan mahrum edersin. Yalan söylediğin zaman, bir insanın gerçeğe ulaşma hakkını çalmış olursun. Aldattığın zaman, bir insanın doğruluk, adalet hakkını elinden alırsın. Çalmaktan daha büyük bir kötülük yoktur."

Ufacık bir bölümdür yukarıdaki satırlar. Adanmışlığın, karşılıksız sevmenin, pişmanlığın, telafi yolları aramanın,çıkış yolu aramanın, savaşın, savaşlar arasında çocuk olmanın anlatıldığı bir solukta okunduğu kitaptan, Uçurtma Avcısı'ndan . Emir ve Hasan'ın  hikayesinden.

-İnancı pek de kuvvetli olmayan bir babanın oğluna sürekli, bıkmadan tekrar ettiği ama kendisinin asla tutamadığı öğüdüdür. -


***
Çıkış noktaları farklı olsa da aktarılanlar aynı duygular. Kimi zaman engellenemez bir öfke, kimi zaman acıma, kimi zaman sıcacık bir gülümseme. Her ikisi de bir solukta okunan, okuyanı seyirci değil de yaşananlara tanıkmış, her an olaya müdahil olacakmış  hissi verecek kadar samimi. 

Yazarın dilini, dilindeki sadeliğin asaletini, ve en önemlisi ufak ama önemli detayları aktarışını sevdim. 
***
Yeni bir pencere açtım kendime.











7 Ocak 2011 Cuma

Göz Görsün, Gönül Katlanmasın

Toplumların temel taşı kadın.
Her gün yüzlercesi, binlercesi farklı bir er kişi tarafından şiddetin bin bir yöntemine maruz kalıyor. Daha vahimihayatlarını kaybediyor.

Peki ya diğerleri ne yapıyor bu sırada.

Ordan burdan "Filancanın kocası karısını dövmüş, bilmem kimin babası kızını odaya kapatmış..."sözlerini duyar, bir  "cık cık cık" çeker ve  "aman komşuuum evlerden ırak" diyerek çekilir köşesine. 

Göz görmeyince gönül katlanır yaşananlara.

Birde bunları duyup köşesine çekilmeyen, elini sopanın önüne set çekenler var. Artık "göz görsün, gönül katlanmasın" diyenler.

Ümit Karalar bunlardan biri. "'Sheddeath"' başlıklı okul bitirme tezi için 50 ünlü kadınla birlikte fotoğraf çekimleri gerçekleştirmiş ve bunun için bir fotoğraf sergisi açmış.


 
Aynı amaç için çalışan bir diğer grup da Hürriyet ailesi. http://www.aileicisiddeteson.com/   adresinde paylaştıkları birbirinden farklı birçok aktivite  gerçekleştiriyorlar. Varlıklarını 1 Ocak'da Hürriyet'in yeni yıl ekinde fark ettim.
Kadınların sosyal yaşamda düştükleri zor durumları er kişilere empati yoluyla anlatmak için farklı kadın figürlerinin yerine koyulmuş ünlü er kişilerle fotoğraf çekimleri yapmışlar.
Yaşananları anlamak için empati yetmez aslında hemdem olmak gerekir.(Yakın gelecekte pek mümkün görünmesede.)

Ancak bu da bir adım. Dikkat çekebilmek, " bakmak yetmez, gör! " diyebilmek için.

Sahi "ADALET" var mı ki?

Kaç yıl sürer bu dava?
Zaman aşımından mı düşer, tutukluluk süresinden mi?
Emsal mi olur yoksa diğelerinin arasında yerini mi alır?
Dağ olmuş dosyaların arasında kaybolup gidermi o da?


Sahi,bu tarafta adalet var mı ki?
Vicdanımızın sızladığı şu günlerde ilahi terazinin varlığını bilmek yeter mi ki?
"Adalet" insani çekişmelere malzeme olacak kadar değersiz mi ki?

"Adalet", teyzelerin ya da sarayların adı olmaktan öte gerçek görevini terar yüklenir mi ki?

Sabah sabah okunan bir haberin ardından üşüşen daha nice soru var aklımda, ama yazmaya hevesim yok. Çünkü varlığından şüpheye düştüklerimden artık ümidim yok.

Güvensiz bir güne daha, merhaba Türkiye!

1 Ocak 2011 Cumartesi

Hayırlı Olsun

Yeni takvimlerimiz,
Yeni umutlarımız,
Yeni dileklerimiz,
Yeni günlerimiz,
Hayra vesile olsun...

Hayırlı olsun.


Sabrı bol,
İhsanı bol,
Mutluluğu bol,
İyiliği bol,
Olsun.


İlhan İrem'in sözünü tutarak  " boşveriyoruz, unutuyoruz geride kalan kötü günleri" . Ve diyoruz ki ;

 :)

Ne olursa olsun, yeterki "iyi olsun" be!