6 Mart 2012 Salı

Muamma

Hep merak edilen, hayalleri kurulan yeni dünyalar, yeni ufuklar...
Ulaşmanın en kolay yoluda kitaplar...
Ve kıtlıkta kalmışçasına hepsine bir anda saldırarak stok yapmalar.
Peki ya sonuç?
Ne kadarını okuyor, ne kadar verim alabiliyor, ne kadarını hatırlıyorum...
Sorup duruyorum kendime...ne kadar...ne kadar...ne kadar...
Aldıkça alması kolayda alınana layık olmak konusunda ne kadar başarılıyım?




Ve daha nice "ne kadar"ın cevabı,
Şu sıralar hiç!
Koca bir kule kitap ama sonuç hiç...
Ne zamana kadar devam eder bu hiçlik o da muamma...

Sadece kule mi muamma,
O muamma, bu muamma, şu muaama...
***

Belirsizlikler içinde, karasızlıklar içinde, karanlıklar içinde,

"Bir çıkar yol Yâ Rab"


***



Ve cemre...
Uzun zamandır gelişi dört gözle beklenen cemre,
Bizim sümbülümüze göz kırptı bile.
***

Ligarba'larımın da üzerinden kalkmış mıdır kar, onlara da göz kırpmış mıdır cemre, onlar da özlemişler midir beni?

Muamma...



13 Ocak 2012 Cuma

Damladan Deryaya 4: #Kapadokya

       Kapadokya, bir düşler şehri, adını efsanelerden alan. Öte yandan bir doğa harikası, günü gününe uymayan. Her gün değişen, her gün yeniden güzelleşen.


        Kapadokya bölgesini bir kraliçe olarak düşünsek tacı peri bacalarıdır elbette. Tüm ihtişamıyla, albenisiyle, gizemiyle güzelliğine güzellik katar Kapadokya'nın. Bunu bilmeyen insan evladı kalmamıştır artık sanırsam. O sebepledir ki ben kraliçenin detaylarında ki güzelliklerden, elbisesini süsleyen incilerden yani çanaklarından çömleklerinden söz edeceğim. Söz etmek de sayılmaz aslında nacizene bir kaç örneğini fotoğrafladım onları paylaşacağım.



Eskiden Nevşehir ve çevresinde  kilim dokuyamayan kız alınmaz, çömlek yapamayan erkeğe de kız verilmezmiş. O kadar kıymetli, mühim işmiş çömlekçilik. Günümüzde gelenek sürdürülmese de hala çok kıymetli bir uğraş.




Yerli, yabancı her cins turistin ilgisini çeker. Atölyelerden içeri girenleri ağızları bir karış açık kendilerini seyre daldırır bu güzellikler. Bizde öyle oldu en azından.


.

Her biri el emeği göz nuru. Artık nostalji olmuş, insan gücüyle çalışan tezgahların yerini motorluları almış ama olsun, her bir çömlek hamurunu kendi elleriyle, kendi enerjileriyle şekillendiriyor ustaları.


      
       Hiçbiri diğerinin aynısı değil, istese de olamaz. Bir kişi şekillendiriyor, biri pişiriyor, biri renklendiriyor, bir diğeri sırlıyor. Her bir ürün onlarca kişinin elinden geçiyor, emeği geçen herkesin duygusunu barındırıyor.

    Çok mu duygusal yaklaştım olaya nedir. Ancak atölyeden içeri girip binlerce farklı çömleği bir arada görünce hele hangi aşamalardan geçip o raflarda yerini aldığını da bilince akla ilk gelen şey "emek" oluyor.



     Eski çağlardan kalma eserlerin benzerleri dışında yapılan ürünlerin desen ve renkleri tamamen üreticisinin hayal gücü, o an ki ruh hali. Bir nevi kendisini ifadesi.


 
     Bazı ürünlerde bölgenin müzelerinde sergilenen çoğu Hitit temelli eserlerin birer kopyaları. Hikayeleri itibariyle ilgi gördükleri muhakkak. Bunlar arasında gözyaşı şişesi , Hitit şarap şişesi gibi eserlerde var.( Hitit Güneşi de var dediler ama göremediğimiz için hakikaten var mı yok mu bilemiyorum.) Ustanın  anlattığına göre şarap şişesi  aslında bir kol girebilecek genişlikte bir halka. Şarabın sunumunu yapan kişi şişeyi koluna takıyor ve şarabı doldururken sunum yaptığı kişinin önünde hafifçe eğiliyormuş, bu konuğa saygı göstergesiymiş.


  
    Bir diğer hikayesi olan eser "gözyaşı şişesi". Ustanın anlattıklarını tam hatırlayamadığımdan ufak bir google sorusuyla şişenin manasını da buluverdim. Anadolu da Frig'ler döneminde, ayrıca eski çağlarda İran'da kullanılan şişelere "Gözyaşı Şişesi" deniliyormuş. Ölünün arkasından akıtılan gözyaşları bu şişeye akıtılır ve ölüyle birlikte gömülürmüş. İran'daki kullanımı ise; savaşa giden eşin, oğulun ardından anaların akıttıkları gözyaşlarını bu şişelerde biriktirmeleri şeklinde imiş. Başka bir rivayete göre de, çok eskiden birbirinden ayrı düşen insanlar, özellikle de sevgililer duydukları acıdan dolayı ağladıklarında gözyaşlarını biriktirirlermiş "cüssesi küçük işlevi büyük" şişelerin içerisinde. Ve bu şişeleri sevdiklerine gönderirlermiş. Gözyaşı ile dolu olan şişe; sevginin, özlemin bir göstergesiymiş. Adeta "seni o kadar çok özledim, o kadar çok seviyorum ki, işte bunun kanıtı. Senin için bu kadar ağladım, bu kadar gözyaşı döktüm." derlermiş. ( Kaynak )





    Gezdiğimiz atölyenin ismini hatırlamıyorum, oldukça büyüktü ve bir o kadar güzel ürünleri vardı. Hangi akla hizmet not etmediğimi, hele onca fotoğrafı çekerken Trabzonspor logolu tabağı nasıl göremediğimi (bakınız aşağıdaki fotoğraf sağ üst köşe ) hiç anlamıyorum. Aklım nerdeydi o an, hangi desene takılıp kalmıştım Allah bilir. Bakmak ve görmek arasındaki farkı bir kez daha hatırlamış oldum. Binbir pişmanlıklar eşliğinde.






Gönül istedi hepsinden alalım, bizim olsun. Gönülün değil yine imkanların dediği oldu ve bir iki parça dışında sadece fotoğrafları bizim oldu. Buna da şükür. Dünya gözüyle görmek nasip oldu bir doğa harikasını, emek harikasını, kültür kaynaşmasını. ( Bölgede elinizi sallasanız havaya değil  Japon'a temas ediyorsunuz. Ve çok ilginçtir onca güzelliğe rağmen tepkileri hep donuk. Çok mu görmüşler, ya da tepkilerini mi belli etmiyorlar anlamadım. Olsun sevimli insanlar. )



Çamurdan çömleğe, çömlektenKapadokya'ya diyerek bir damladan deryaya bölümümüzün daha sonuna gelmiş bulunduk. Ligarba'nın doyumsuz anlarına, 2011 Kasım'ında eklediğimiz parçalarla "an"ı biriktirmeye bahşedilen yeni günlerde de devam ediyoruz. Hayrolsun.

11 Kasım 2011 Cuma

Damladan Deryaya 3 : # Çay

Ülke olarak, millet olarak, birey olarak tahammülü güç, oldukça zor günler geçiriyoruz ki  "O (c.c), dağına göre kar verir bunların da bir hikmeti vardır" deyip yaradana sığınmaktan başka da hiçbir şey gelmiyor elden.

Öylesine çetrefilli günler yaşıyoruz ki ufacık tebessüm arar haldeyiz çevremizde, içimizi bir nebze olsun ısıtabilmek için. Ancak ardı arkası kesilmeyen kara haberlerin gölgesinde içimizi ısıtan tek şey bir bardak demli "çay" şu sıralar.
Çay bir kültür, çay bir bağımlılık. Öyle ki kimi zaman su içmeyi unuturuzda çay içmeyince huzursuzluk kaplar bbedenlerimizi. Öğrenci kantinlerinde plastik bardakta, asker ocağında metal  kupalarda, yolculuklarda termoslarda, şanslıysak belki de ince belli bir çay bardağında... Semaverde, porselen demlikte,bakır çaydanlıkta,  çaycıda olmadı sallama halinde poşetlerde. Şekli şemali, sunuluşu nasıl olursa olsun yeterki demli ve sıcak olsun, içimizi ısıstsın ufak ama etkili dinlenmeye vesile olsun, hayatımıza dahil olsun isteriz "çay". ( "Tabi soğuk tercih edenlerde olmuyor değil, onlara da saygımız sonsuz lakin çay dediğin sıcak içilir be abi " :) ) O kadar kıymetlidir yani.

Aslında çok daha farklı bir yazı hazırlamıştım çay için. Disiplin çalışmalarına eklenmek üzere yazılmıştı. Bekliyordu öylece arşivde. Sonra tumblrda gezerken çay üzerine yazılmış, söylenmiş sözlerin bir araya getiren bir yazıya denk geldim. ( Derlemeyi yapan kendisi midir bilmiyorum ancak en temel kaynak UsseinCeles olarak görülüyordu. )  Okudukça sevdim, ayrı ayrı notlar aldım. Çaydan yola çıkarak öyle güzel sözler söylenmiş, şairlerimiz, yazarlarımız, aşıklarımız öylesine güzel kullanmışlar ki "çay"ı duygularını ifade ederken, vazcaydım  kendi çayımdan "damladan deryaya gidiyor ya bu , asıl bunu paylaşmalıyım" diyerek.

***

Ve işte huzurlarınızda damladan deryaya, Cemal Süreya'dan Sunay Akın'a duygulara tercüman olan "çay".



İki çay söylemiştik orda, biri açık,
keşke yalnız bunun için sevseydim seni.
(Cemal Süreya)

Haydi iç de çay koyayım.
(Ah Muhsin Ünlü / Onur Ünlü)

Ve hala ince belli bardakta içilen çay tüm felsefe ,
poetika ve kuramların üstündedir.
Çay duyguların sıvı halidir.
(Bekir Erdoğan)

O bir çay istemişti, trenin içinde
biz tren yolcusuyduk, çölün içinde
ben yalnız kalmıştım, senin içinde
oysa kaç kişinin yerine sevmiştim seni!


aşkı geçtik, gözlerini açabilirsin
(Haydar Ergülen)

Ama bu kente gelirsen unutma beni ara,
sana bir çay ve temiz yaralar ısmarlarım.
(Osman Konuk)

Bizim içtiğimiz çay da çaydır
Çarpık dudaklı ezik gözlü allı mavili çaylar
Vadilerden renkli yağmurlar gibi gelir.
İçtiğimiz çay.
(Sezai Karakoç)

Çayın rengi ne güzel
Sabah sabah,
Açık havada!
Hava ne kadar güzel!
Oğlan çocuk ne kadar güzel!
Çay ne kadar güzel!
(Orhan Veli Kanık)

Çay içiyoruz
mutlu bir sessizlik içinde.
(Cevat Çapan)

Günün aydın, akşamın iyi olsun” diyen biri olmalı.
Bir telefon çalmalı ara sıra da olsa kulağımda.
Yoksa, zor değil, hiç zor değil,
Demli çayı bardakta karıştırıp,
Bir başına yudumlamak doyasıya.
Ama; “Çaya kaç şeker alırsın?”
Diye soran bir ses olmalı ya ara sıra…
(Can Yücel)

Biriniz birkaç yıldız taksın gökyüzüne
biriniz çay hazırlasın
biriniz akşam olsun
(Mevlâna İdris Zengin)

Basit yaşayacaksın basit
Sanki bir gün yaşamın sona erecekmiş gibi basit,
Çay, Simit ve Peynirle.
(Nazım Hikmet Ran)

Çekti ayakları kahveye vardı
Açtı tabakasın, sigara sardı
Daldı.. neden sonra garsonu gördü
‘Çay’ dedi, yutkundu, eğdi başını.
(Abdurrahim Karakoç)

Çaydanlığı sürüyoruz ocağa
kayna suyum kayna suyum
kayna da çay içeyim
ben böylesi sabahları
içine de
içine de
……………………..


o biçim!
(Hasan Hüseyin Korkmazgil)

Hıncım bana kalsın gayrı
sen yalnızlığımı götür.
Bana çay demlemeyi öğret
elimi yüzümü yıkamayı,
ağzıma rakı koydurma.
(Ahmet Oktay)

Çay içiyordu. sıkılıyordu. hamamda şarkılar söylü-
yordu görüntüm. işbaşı yapıyordu çalıntı zamanlarda.
(Altay Öktem)

Bütün gün kahvede oturdum yedek kulübesinde
ve bir kardeşim saf dışı kalsın diye
çay söyledim kahveden.
(İbrahim Tenekeci)

seni çay içerken izlemek
seni çay doldururken
seni demlerken çayı
kimseler inanmasa da düpedüz sevap
(Alper Gencer)

Dans eden bir kadının ayak bilekleri gibidir
Judy Garland gibi çay
Kan gibi çay.
(Sezai Karakoç)

Atları çayıra saldım diş kamaştıran erik ağaçları altına
Nisan toprağı kalbimde ağarıyor
Bence o çocuk öyle gülmemeli
Şimdi bir kadın çay demlese
(Ergin Günçe)

Çaycı getir ilaç kokulu çaydan
Dakika düşelim senelik paydan
(Necip Fazıl Kısakürek)

Biraz çay soğuklarda.
Ne kadar acı şu dünya
(Behçet Necatigil)

Bir bardak demli çay
burukluğu gibi kalsın
gecenin ve sabahın tadı
yaşasın anılarımızda
(Ahmet Telli)

Her gülümseyişinde tüm ülkeye çay ısmarlayayım,
seninleyken bir yudum çay zenginleştirilmiş uranyum gibi enerji veriyor bana Şebnem.
(Murat Menteş)

Çay henüz her şey bitmedi demektir.
(Cezmi Ersöz)

hayatta herkesin mutlaka
bir sarayburnu aile çaybahçesi varsa
hayatta herkesin mutlaka bir istanbulu varsa
hayatta herkesin mutlaka bir tanrısı varsa
ve biz tanrısız kaldığımıza göre
sen benimle mi gelirsin
ben sen de mi kalırım
bunu bırakalım şu geçip giden bulutlar düşünsün
(Salih Bolat)

Çay içmeye gidenler vardı akşamüstü, parklara gidenler de
Duruma uymak kısaltıyordu günlerini artamayan eksilmeyen bir hüzünle…
(Turgut Uyar)

Aşkınla demlenmiş sıcak bir çay içmeliyim.
Küfürler saçıp etrafa, belalara bulaştırmalıyım ağrılı başımı.
Yokluğuna alışmamalıyım.
(Tarık Tufan)

bir çay yalnızlığı emirgân’dan öteye
değdikçe ısındığı yaldızlı bardağın
(Attila İlhan)

Ve oturdu mu bir masaya
hakkını verir çay içmenin
(Cahit Zarifoğlu)

Ya da bir oda kapısını açtığınız zaman
O müthiş öğle sıcağında
Pencerenin önünde örgü ören birinin
- Örgü mü, bir çay bardağını başka başka tutan ellerin becerikliliği mi-
Görülmediği gibi
Ama var mıydı sanki görülmek isteyen
Var mıydı bir şeyler bekleyen yüreğimin eskittiklerinden.
(Edip Cansever)

Benim çay bardağımda senin gözlerin olur
Senin gözlerin sizin çay bardaklarınızda
Onların gözleri
(Sezai Karakoç)
Çay bardağına bırakılan dudak payı kadar bile uzak kalamam gözlerine.. yakın olsun isterim ellerime ellerin yanındaki beton binaya yaslanması gibi köhne bir evin.. çünkü seni bir çivi çaktım beynime ve bütün kerpetenleri toplayıp attım denize.. (Sunay Akın)
*** 

17 Ekim 2011 Pazartesi

Dinle-ndir Ruhunu - 2

 Lena Chamamyan 'ın "Cha'am" şarkısını daha önce paylaşmış tek bir kelimesini anlamasam dahi dinlerken ruhumu da dinlediğimden bahsetmiştim.
Hazır sonbahardayken, ruhumuzu dinleme mevsiminin ortasındayken bir diğer dinlenilesi şarkıyı daha paylaşmak istedim.

Mariami Abduselişi 'den  " Nani Nana" . Bu kez tek kelimesini anlamadığım diyemeyeceğim. Zira Lazca' ya merak saldığım yıllardan kalma bir kaç kelimeyi şarkıyı dinlerken hatırladığımı farkettim. ( Pek mutlu oldum :). Balık hafızama rağmen hatırlamak, şükür vesilesi oldu benim için.)

Laz dilinin yaşatılması, yayılması en azından bizlerinde öğrenebilmesi için sağladığı kaynakla büyük emek sahibi Lazuri.com 'un katkılarıyla , Mariami Abduselişi " Nani Nana".

Bir 4 dakikalığına da olsa  dinle-ndirin ruhunuzu.





1 Ekim 2011 Cumartesi

Yaşaması en keyifli mevsim "Sonbahar"

Bir kompozisyon yazısı, 
sonbahar.
Giriş kısmını geçip gelişme satırlarındayız. 


İşte tam bu satırlarda doğanın en güzel renklerini göreceğiz.
Dört açmak gerek gözleri, bakmaktan öte görmek gerek doğanın keyif veren ahengini.
Hatta görmek yetmez çoğu zaman hissetmek gerek.
Varlığını verene  şükretmek gerek.



                                        
Yaşaması en keyifli mevsim sonbahar.
 Eylül çocuğu olmaktan ötürü böyle hissediyorumdur belki. 
Belki yaşadıkça diğerlerinden bir adım öne sıyrıldığından. 
Belki diğer üçünü de içinde barındırdığından. 
Hepsini birden yaşayabildiğimizden belki.
Ya da ne bileyim mahsun duruşlu olduğundan... 



Her ne sebeple olursa olsun keyiflerin en güzeli; 
rengarenk doğaya olabildiğince çok, doyabildiğince bakmak.

Yine ,yeniden bu keyfi yaşatan sonbahar,
hoşgeldin.


Fotoğraf: Ligarba
Yer: Maçka, Sümela Manastırı


30 Eylül 2011 Cuma

Hoşgeldin Sonbahar


Sıcacık bir yazın ardından hoşgeldin 
sonbahar. 
Tüm hüznünle, serinliğinle, sadeliğinle, asaletinle...

2 Ağustos 2011 Salı

02.08.1967'den Beri ...



Kıyısından köşesinden ufacık da olsa  parçası olmaktan gurur duyduğum, 
Fırtınam, İhtilalim, Efsanem...
 İlelebet varol.


30 Haziran 2011 Perşembe

Dinle-ndir Ruhunu

Bir tını işitirsin bir yerlerden. O an  işler içinde bir yerlere.

Bir tını gelir önden, örter geriden geleni. Dinlendirir ruhunu, alır götürür bilmediğin diyarlara. Dalarsın düşüncelere, yormadan kendini. Neden bilmem bir ferahlık hissedersin, acayip bir  tebessüm oturur ifadene anlam veremezsin.

Ardından sözler gelir ama duymazsın onları, önemsemezsin. Ne dediği değil, ne hissettirdiğidir önemli olan o an. Neycedir, ne der, kime der, kime ne?
Kaybolup gitmişsindir sen zaten melodide. Önemli olan budur. Gerisi hikaye.





Ve işte beni, bana sormadan alıp götüren bir melodi. Lena chamamyan 'dan - Cha'am. Dili Arapça, ne anlattığına dair en ufak fikrim yok. İşin aslı araştırmadımda. Bozmak istemedim bende uyandırdıklarını. Bana has kalsınlar istedim. Daha ilk anda "dinle-ndir ruhunu " dedi. Dinle-dim onu.
Neden bilmem sevdimde.



25 Haziran 2011 Cumartesi

"Ben Sadece Ben Olmak İstiyorum" derdi

der ve "Ayrılık şarkısı"nı söyler sonunda Kazım. 

Öncesinde daha nicelerini söyler. Her biri ayrı değerli , her biri ayrı derya.
Ama öyle bir tane söyler ki işte o Kazım'dır.
 33 yıllık yaşantısının özetidir.
Kısaca;

"BEN" dir.

Aslında üç mısraya sığdırır kendisini bu şarkıda ve der ki ;
 
...
Yaşamak istiyorum sadece
Kendi savaşlarım uğrunda
Ben sadece ben olmak istiyorum
... 





Baba ben yıkıcıyım ama
Kendini bilmez değilim
Yaşamak istiyorum sadece
Kendi savaşlarım uğrunda
Ben sadece ben olmak istiyorum

Işık hızıyla geçen zamanı
Yaşamak belki de çok zor
Korkuyorum ben geçmişten
Korkuyorum gelecekten

...
"Kendisi olabilmiş " yüreği güzel insan, rahmetler ola.

18 Haziran 2011 Cumartesi

LYS zedeler için söyler bu kez Bob Amca

Hayallere giden yolun ikinci aşaması var bugün. Şu saatlerde ter döküyor binlerce genç beyin matematik- geometri sınavında. Yıl boyunca çok yoruldular ve bir o kadar da üzüldüler. Kopyaydı, sehvendi, kaybolduydu, yüzüktü ,anahtardı, küpeydi, kıldı tüydü derken çok yıprandılar. Kolay değil hayatlarının geri kalanına nasıl şekil vereceklerine dair önemli adımlar atıyorlar. Bir soruyla binlerin önüne geçmek ya da hayallere bir "adiyos" çakmak.  Onlar için durum bu.



 Peki ya biz tuzu kurular için nedir durum? Şunu yap, şundan uzak dur, aman heyecan yapma, çok su içme, yapamadığına takılma, gözetmenin saçma espirilerini duyma vs.  şeklinde çeşitli önerilerde bulunuyoruz oturduğumuz yerden. Dinliyorlar mı? Tabiki hayır. :) Çünkü hepsi hedefe kilitlenmiş durumda. Ne dersek diyelim duvarlarından çarparak bize dönüyor.

Bizim sözlerimizin yapamadığını Bob Marley yapabilir mi? Sızabilir mi  o kalın duvarların arasından ve onlara tüm ahengiyle "don't worry, be happy" diyebilir mi?

Bir ümit. Entel büyüklerimizin dediği gibi yapıp "Biz evrene yollayalımda dileğimizi o nasıl biliyorsa öyle yapsın". :)