17 Aralık 2010 Cuma

Duma Duma Dum

Duma duma dum
Ben bir hayal
Kurdum.
Sonundaki ışığa
Vuruldum
Üstüne
Düşündüm
Durdum.

Baktım olacak gibi değil
Peşinden koşturdum

Olmadı

Etrafında(n) dolandım.
Yoruldum.

Başucunda
Duruldum.
.
Durdum.

Duma duma...
Tama tamam.
Sustum.

***
Tam bunları düşünürken Sıla'nın sesi yükseliyor radyodan.
...
 İnatla sarılacaksın sabredecek yaşayacaksın
Herkes geçiyor aynı yollardan
Tanıdığımız yok yukarılardan
Azmedeceksin azmedeceksin
Azmedeceksin hazmedeceksin
...
Sıla ~~CAM

11 Aralık 2010 Cumartesi

Damladan Deryaya!~~Farkında Olmalı İnsan...

Hani konuşuruz bazen öylesine. Havadan, sudan, hayattan. Birden dökülür dilimizden hatırda kalmış bir mısra. Üzerine konuşturdukça konuşturur.Yepyeni kapılar açar, zihin jimlastiği yaptırtır farkında olmadan.
 Kısacık bir cümledir aslında dilden deryaya uzanan.

 İşte içine alan, sarıp sarmalayan, kendine hayran bırakan satırlar ;
"Ömür Dediğin Bir Gündür,

O Da Bugündür. "

Damladan deryaya!
Can Yücel'den Farkında Olmalı İnsan"
*****
Farkında Olmalı İnsan...

Kendisinin, hayatın olayların, gidişatın farkında olmalı. 
Farkı fark etmeli, fark ettiğini de fark ettirmemeli bazen...


Bir damlacık sudan nasıl yaratıldığını
Fark etmeli.

Anne karnına sığarken dünyaya neden sığmadığını
Ve en sonunda bir metre karelik yere nasıl sığmak zorunda kalacağını
Fark etmeli.


Şu çok geniş görünen dünyanın, ahirete nispetle anne karnı gibi olduğunu
Fark etmeli.


Henüz bebekken 'dünya benim!' dercesine avuçlarının sımsıkı kapalı
Olduğunu,
Ölürken de aynı avuçların 'her şeyi bırakıp gidiyorum işte!'
Dercesine apaçık kaldığını
Fark etmeli.


Ve kefenin cebinin bulunmadığını fark etmeli.
Baskın yeteneğini
Fark etmeli sonra.


Azrail’in her an sürpriz yapabileceğini,
Nasıl yaşarsa öyle öleceğini
Fark etmeli insan


Ve ölmeden evvel ölebilmeli.
Hayvanların yolda kaldırımda çöplükte
Ama kendisinin güzel hazırlanmış mükellef bir sofrada yemek yediğini
Fark etmeli.


Eşref-i mahlûkat (yaratılmışların en güzeli) olduğunu
Fark etmeli.


Ve ona göre yaşamalı.
Gülün hemen dibindeki dikeni, dikenin hemen yanı başındaki gülü
Fark etmeli.


Evinde 4 kedi 2 köpek beslediği halde
Çocuk sahibi olmaktan korkmanın mantıksızlığını
Fark etmeli.


Eşine 'seni çok seviyorum!' demenin mutluluk yolundaki müthiş gücünü
Fark etmeli.
Dolabında asılı 25 gömleğinin sadece üçünü giydiğini ama arka
Sokaktaki komşusunun o beğenilmeyen gömleklere muhtaç olduğunu
Fark etmeli.


Zenginliğin ve bereketin sofradayken önünde biriken ekmek
Kırıntılarını yemekte gizlendiğini
Fark etmeli.
FARK ETMELİ.

Ömür Dediğin Üç Gündür,
Dün Geldi Geçti Yarın Meçhuldür,
O Halde Ömür Dediğin Bir Gündür,

O Da Bugündür.

CAN YÜCEL

 

10 Aralık 2010 Cuma

Yumurtalı Protesto

"Protesto" demokratik bir hak. İsteyen istediğini maddi manevi zarara mahal vermediği sürece protesto edebilir. Bu konuda mutabıkız sanırım.
Kimi alkışlar, kimi bağırır, kimi pankart açar, kimi ölüm orucuna girer... Keyfe kalmıştır yöntemi.
Bugüne kadar birçok yol denendi, bir kısmından cevap alınsa da çoğunda şebeke meşguldü aranana ulaşılamadı.

Son yıllarda ayakkabı atma modası vardı, son günlerde de yumurta.



Eylemler haklı ya da haksız söylemlerine girmeden yumurtalı protestoya farklı bir yorum getirmek isterim.
Şöyleki.

Yumurta Allah'ın bizler için verdiği bir nimettir. Bu nimet onun bunun kafasına atılmak suretiyle ziyan edilmektedir. Dünyada binlerce insan açlıktan kırılırken, devletten aldığı bursu yumurtaya yatırıp onuda ziyan edenlerin hak hukuk aramaları pek bir manidardır. Elindeki çoksa ver bir aça, karnını doyursun ...En azından sağ defterine işler.

Ha birde yumurtaya artan bu talep karşısında yumurta fiyatlarının tavan yapabilitesi de oldukça yüksektir ki bu durumda kimin daha zararlı çıkacağı da aşikardır.

Bekide önümüzdeki dönemde:
"Öğrencilerin temel besin maddesi yumurtayı protesto malzemesi yaparak yumurta fiyatlarını tavana vurduran öğrencileri protesto ediyoruz!" seslerini duyabiliriz. Kim bilir?

:)

11 Kasım 2010 Perşembe

Denizlerin Çıtırı "HAMSİ" ~~ (Disiplin Çalışmaları -1)

Hamsi.
Başımın tacı.
Sofralarımızın sultanı. Denizlerimizin "çıtırı".
Disipline çalışmalarıma hamsi ile başlamak istiyorum. Ligarba birse hamsi ikidir o kadar kıymetlidir yani. :)

Evettt öncelikle bir konuyu netleştirelim efendim.
Hamsi balık mıdır, değil midir?



Balık yemeyen, sevmeyen birçok kişi hamsiyi afiyetle yer, üstünede "daha yok mu?" der.
Hamsi tezgahlara indiğinde diğerlerine bakan olmaz. Göz kamaştırır.

Hamsi diğer balıkların aksine binbir çeşidi yapılıp yenebilen bir türdür. Tavasından, kuşuna, kiremitinden böreğine, pilavına ...Tatlısının dahi yapıldığı rivayet edilir ya henüz ben göremedim.

Hamsi bir kültürdür. Hamsi simgedir. Üzerine atma türküler söylenmiş, kitaplara ilham olmuştur.

*Hamsi karadenizin gözyaşıdır.*

Şimdi hamsi balık mıdır?
Bence hamsi balık değildir. Hamsi HAMSİdir!!!  :)
O şahsınamünhasır bir deniz canlısıdır.
Denizlerin çıtırıdır "Hamsi".
***



***
 Evliya Çelebi;
"Trabzondur yerümüz
Ahça tutmaz elümüz
Hamsi paluk olmasa
Nice olurtu halumuz"

dizeleriyle aktarır bizlere hamsinin önemini Seyahatname'sinde. Ve ekler  hamsinin tanımı için "Bu balık bir karış, ince ve morca cilalı, gümüş gibidir. Faydası o derecedir ki, yedi gün devamlı yiyen kimsenin şehveti son derece artar. Çok kuvvet verici ve hazımı kolaydır. Yemeğinde balık kokusu olmadığından, yiyene hararet vermez. Ağrı hastalığına tutulan adam yese şifa bulur. Bir evde yılan ve çıyan olduğu zaman, hamsi balığının başı tütsü edilirse kaçar..."**

Bu açıklamanın üstüne söz söylemek yersiz olur kanımca.
:)
***
Yemek kültürümüzün önemli bir parçası olan  hamsi aslında sosyal açıdan da kültürümüzün temel taşlarından.

Neden mi?

Binbir lezzete bürünen hamsi leziz oluşunun yanısıra  2007'deki 1. Karadeniz Oyunları'nda olduğu gibi (2011) 11. Avrupa Olimpik Gençlik Oyunları'nın da sevimli maskotudur.

Çok sevimli meret. Hele birde 11. haftadaki Trabzonspor -Galatasaray maçında Hagi'ye bir sarılışları,  bir kolbastı oynayışları vardır ki maçın sonucundan da keyifliydi.  :)

Neden mi?

Kendini nimetten  sayıp Karadeniz insanını "burası leş gibi hamsi kokuyor" sözleriyle aşağılamaya çalışanlara inat "Burası mis gibi hamsi kokuyor!" sloganını türettirmiştir, biz hamsi severleri kenetlendirmiştir.
:)
***


Uzun bir yazı oldu sanırsam. Ama ne yapayım yahu hamsi bu. Yazdıkça yazasım farklılıklarını, detaylarını, ilham olduklarını paylaşasım geliyor. Şimdilik burada bırakayım devamını daha sonraki yazılara bırakayım.

Ve son olarak;

Daha önceki bir yazımda Fuat Saka'dan "Hamsiye" şarkısını paylaşmıştım. Bu yazıda da Efkan Şeşeşn'in "Hamsi"sini paylaşayım.

"Dere dere dolandu
Bir aşağı yukarı
Kız seni bulamadum
Bak güneş çoktan battı
Bal gibi dudaklarun
Bak duysun kulaklarun
Kaçma benden bulurum
Izinden çarıkların

Hamsi hamsi hamsi
Hamsi gibi oynama
Nazlı nazlı dolanma
Endamın sardı beni
Var bi dolan boynuma
..." (devamı)

***

Sevgiler.
Bol hamsili günler.
:)
 


31 Ekim 2010 Pazar

Osman mı, Çiko mu? Çiko mu Osman mı?



Osman'ı tanımayan kalmamıştır herhalde. Öyle Bir Geçer Zaman Ki dizisinin kahramanı. Her bölümde bakışlarıyla biraz daha içimizi ezen küçük uşak.

Ne zaman Osman'ın gözünde yaş görsem aklıma Burhan'ın Çiko'su  geliyor. Nasılda benziyorlar yahu.
Eğer ki Avrupa Yakası, Öyle bir Geçer Zaman Ki'den sonra yayınlanmış olsaydı Çiko'nun yerine Osman'ın fotoğrafını asarlardı Burhan'ın duvarına. Eminim!

Ne farkederdi ki?

İkiside masum bakışlı,
İkiside hayatın yükünü tek damlaya sığdırmış,
İkiside sevimli...

Ha Osman ha Çiko.
Aslında yoklar ama aslında çok şey anlatıyorlar.

29 Ekim 2010 Cuma

Disipline girebilme çabalarım - Kendime ödev

Hamsi  ~~Karalahana ~~ Keşan  ~~Komar çiçeği ~~Zifin çiçeği  ~~Kuymak ~~ Kurut  ~~Karayemiş  Mısır  ~~Kızıl Ağaç ~~ Erkan Ocaklı  ~~Yaylalar ~~Dipsiz göl ~~ Bordo ~~ Mavi  ~~Şimal  ~~Efteri
...
Ve daha niceleri.

Mutlaka kayıt altına alınmalı "ligarba günlüklerinde".
Değer verdiklerimi  mutlaka tanımlamalıyım kendimce. Ne biliyorum, nelerini bilmiyorum öğrenmeliyim. Sevdiklerimi yaşamalıyım içten içe. Pilimi şarj etmeliyim.

Kendime ödev veriyorum.

Araştırılacak, araştır!
Yazılacak, yaz!

(Kendi kendimi disipline etme çabalarımdır, mazur görüle!)

***

Madem ufacık bir girizgah yaptık, Fuat Saka'nın "HAMSİYE" şarkısı ile devam edelim ve hem hamsiyi hem de soyağacını şöyle kısaca tanıyalım.


HAMSİYE


Kaptan dedi uşaklar
Cıkayiriz hamsiye
Yalandı ki felekler
Kaysin takalar suya
Toplayın kalamari
Gidelum siya siya
Yoroz açıklarında

Hamsi küçük bir baluk
Sakın ha aldanmayin
Soyu çok kalabaluk
Yan gözüyle bakmayun

Ablasi barbunyadur
Dudaklari kırmızi
Ağbisi vuran baluk
Görmesin ikimizi

Hamsi anasi tirsi
Bubasi da kefaldur
Dere ağızlarında
Nöbet tutan çakaldur

Teyzesi mezgit olur
Enitesi istavrit
Hamsiye bacanaktur
Alacali izmarit

Hamsinin görümcesi
Mercan ile karagöz
Kayaların dibinde
Oynaşır iki dansöz

Hamsinin dayısı
Torik derler adına
Hansi gelin olanda da
Kaynanasi kofana

Orkinas kaynatasi
Yunus anneannesi
Uskumru da hamsinin
Olur bizde kumasi

Dedesi olur mersin
Tondur büyükbabasi
Alabaluk hamsinun
Dereden akrabasi

Hamsinun azmanina
Bizde derler balina
Köpekbalığı deriz
Suda havlayanına

Vuran hamsiye denur
Bizde çekiç balığı
Bıçak taşıyan hamsi
Olur kılıç balığı

Kız hamsiye hamsiye
Türkini diyecegum
çok da severum seni
Uy nasil yiyecegum

Sözler: Fuat Saka
Yorum: Fuat Saka

***

Aklıma gelmişken;
Doğu Karadeniz'de yapılmaya çalışılan katliam sebebi HES'lere HAYIR!
Ormanlarımıza, derelerimize, kırmızı benekli alabalıklarımıza dokunulmasına HAYIR!
Gözgöre göre cinayetlere HAYIR!


1ve 2 numaralı fotoğrafların kaynağı burada.

24 Ekim 2010 Pazar

Limon, Lemon, Zitrone, лимон, 레몬




Bir sonbahar pazarı ne yapılabilir?

Pazara gidilir, bir kilo limon alınır.

Limonlardan bi güzel limonata yapılır.




Belkide miis kokulu bir kek ...





Kekimiz pişince ne payarız peki?

Kekimizi, limonatamızı  alır çıkarız balkonumuza, sere serpe güneşin altında uzanırız sedirimize.
Açarız kitabımızı;



Fonda Mustafa ceceli'nin  Limon Çiçekleri ...

Güneş yok mu oralarda, alternatifimiz çok.

İster DVD 'den ister online ( :) ) Eran Riklis'in


                                                            filmiyle mest olabiliriz efendim.
O da mı açmaz?

Bunalım mı takılmak istiyoruz bu sonbahar pazarında, o zaman
  Fool's Garden'dan Lemon Tree için hazırlanan şu eğlenceli ,sevimli görüntülerle kendimizi hülyara bırakıyoruz efendim.


Videonun tamamına buradan ulaşabilirsiniz;


Hayırlı pazarlar Dünya...
:)

23 Ekim 2010 Cumartesi

Hüsran

TDK, "Beklenilen şeyin elde edilememesi yüzünden duyulan acı, batkı" şeklinde açıklar hüsranı.

Benim için an itibariyle bin bir emek verek yaptığım böreğin istediğim gibi olmamasıdır.
Acım büyük, hayallerim yıkık, karnım aç...

Her hüsrandan bir ders çıkarmayı adet edinmiş idik. Bu kez ki dersimiz; baklavalık hazır yufkadan börek yaparken çok yağ kullanma. Hamur çekmiyormuş  anacım.

Unutma!
***


22 Ekim 2010 Cuma

Severim Söylenen Söze Söz Söylemeyi



"Geriye dönüp baktığımda en büyük hatam çocukluk edip büyümek olmuş."

 Hatalarımdan ders almayı bir türlü öğrenemedim, hala büyüyorum.

***
"Anlattığın kadar değil anlaşıldığın kadarsın."

Bundandır ki gözümde insanlığın önemli bir kısmı aslında kurbağa Kermit kadar.

***
‎"Kapitalizumun seni vadalamasina, Fortislemesine izin verma. Uyanuk ol, bol bol hamsi ye... Fosfori eksuk etma... " Laz Marks emice

Hamsi partimizin bugünlerde ki teması "kapitalizmin bonusu et kıtlığı."

***
"Biz yemeyi severiz."

Damak zevkimiz gelişmiştir.Özellikle birbirimizi yemekten aldığımız tad her zaman damağımızdadır.

***

"Evlenmeden önce gözlerini dört aç. Evlendikten sonra yarı yarıya kıs."

Zaten yorgunluktan bir daha tam açılamayacak. Kolay değil koca evi çekip çevirmek.

***
Cehenneme giden yol iyi niyet taşlarıyla döşelidir.

Bknz: Ülke gündemi...

***

‎"Nush ile uslanmayanı etmeli tekdir,

tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir."


 Teo ne çatı ama Toraman'a öyleee. Paşam Eline sağlık. Uslanmayı bilmeyene çakmak gerekir!
***

"Kayar Kapak"

Bknz: Köln -Dortmund maçı sırasında Türkiye-Almanya maçına ithafen eliyle "3" işareti yapan Podolski'ye maçın son dakikalarında attığı golle cevap verip çimlerde kayarak kapağın en hasını takan Nuri  Şahin.

Fotoğraf: Atilla Alp Bölükbaşı, Artvin, 2010



11 Ekim 2010 Pazartesi

"Tık Tık" Ses Geldi Yine Kapıdan. Duydunuz mu?

Bir gurup insan, sürekli bir kapının önünde dolanır durur canım memleketimde. Gide gele aşındırmışlardır kapının önünü. Öyle ki az daha yürüseler milat öncesi kapılara inmeleri an meselesi.
Kapının ardında diğerleri. (U)Mutsuzlar.

Kapının önünde bekleşenler  içeri girmek için çareler düşünürler, allem ederler kullem ederler susuz deveyi kırk günlük yoldan su içirip getirirler, üstüne hendekten ceylan gibi sektirirler. Lakin gelin görün ki içeri girmek için çare bulamazlar. Hepsi içeri girmek istiyor. Evet. Ama  yapabildikleri -yaptıkları- yalnızca birbirlerinin sırtına çıkıp  kapı deliğinden içeri bakmak, delikten görebildiklerini "söylemek"  ve kapıya bir iki tıklatıp kaçmak.

(Bir iki tık deyip geçmemek gerek aslında. Zamanlaması o kadar ilginçtir ki .Bekleşir bekleşirlerde hep önemli olaylar arefesinde "tık"latıverirler. Her tıkın sonunda hep tok bir yumruk iner ya tepemize, neyse...) 

Her "tık" sesinde yürekler ağıza gelir, hadi bu kez çözülsün şu prangalar  denir.Bir ümit yeşerir. Ama kapı açılıp önüne bakıldığında ardındakiler için sonuç yine hüsrandır, yine hayal kırıklığı.
Yoktur kimse. Oyun heveslisi bir iki UFAK , YARAMAZ yine oyun etmiştir. Yine ortalığı bulandırıp, kısmıştır bir köşede.

Canım ülkemde farklı zaman aralıklarında o"tık" sesi yine duyulur. Bir tık derken, iki tık derken bakmışız alakalı alakasız herkes görüş beyan eder, herkes aklına düşeni paylaşır, kısacası ağzı olan konuşur olmuş.O kadar çok konuşulmuş, o kadar boş konuşulmuştur ki kapının ardındakileri kısıtlayan alanın gitgide nasıl genişlediğini, duvarların daha da yükseldiğini fark etmemiş boş sözlülerin boş bakan gözleri. 

Durum hala aynı.
Her boş söz çözümden öte çözümsüzlüğe bir tuğla. Eylemsizlik harç. E duvar örmeye pek meraklı "ufaklıklarda" var. Daha ne ister ki saman altı su yürütenler?

***

"Tık tık"...,"Tık tık..."
Sizde duydunuz mu, yine bir ses geldi kapıdan.

***

5 Ekim 2010 Salı

~~ Deryada damla olabilme çabaları- 1~~

Oku_yorum.


Biri başucumda. Her geçen gün biraz daha zayıflayan hafızama ilaç olabilmesi umuduyla almıştım. Mümin Sekman, Doğan Cüceloğlu ve bir çok kişisel gelişim uzmanının beyin, hafıza, hafıza güçlendirme üzerine yapmış oldukları çalışmalarla desteklenmiş bilgilendirici, heveslendirici, ümit verici.

Ahmet Yıldız'ın "Güçlü Hafıza"sı, çeşitli egzersizlerle hafızamızı güçlendirmeyi vaad ediyor bizlere. Diyor  ki; "Unutkan insan yoktur, hafızasının nasıl çalıştığını bilmeyen insan vardır!"
Daha çok beyninin sol kısmını kullanan,soyut kavramlar konusunda - hele de dil öğrenmede, kelime hatırlamada  (:( )- sıkıntıları olan biri olarak çok ümit bağladım bu kitaba. Bittiğinde eğer istediğimi alamazsam yazarına güzel bir mektup döşemeyi düşünüyorum.
:)
Henüz bir ilerleme kaydettiğim söylenemez. Azimle okumaya, egzersizleri yapmaya, ümit etmeye devam ediyorum.

Bir diğeri çalışma masamda. Salim kafa isteyen , tarihle olan kötü bağlarımı güçlendirmek ümidiyle her gün mutlaka birkaç sayfa olsa dahi okunan bir yapıt.  Abdülhamid çok tartışılan, üzerine çok konuşulan bir padişah. Kimine göre vatan haini, kimine göre tam bir vatansever. Kısaca başlı başına çelişki yumağı bir padişah. Mustafa Armağan'da "Abdülhamid'in Kurtlarla Dansı" kitabıyla  "Kızıl Sultan" olarak anılan Abdülhamid'in bilinmeyen yönlerini yazarak aslında kim olduğunu anlatmış, çelişkiler yumağına bir nebze olsun ışık tutmaya çalışmış.
Buzdağının görünen kısmından öte su altında kalanlar daha kıymetlidir her zaman. Bu kitapla buz dağının görünmeyenini görebilmeyi  hedefledik.

Veee,




 Otobüste, işte, evde, durakta. Nerede boş kalırsam, orada.

 Birincinin ikincisi. Bordo mavi renkleri hayatının merkezine almış insanların kaleminden, hep bir ağızdan "Bize her yer Trabzon" diyenlerin dilinden "BİZE HER YER TRABZON II".

Açıp gelişi güzel bir sayfa seçip önce doya doya kokluyorum, sonrasında dalıveriyorum deryaya.
 Birbirinden bağımsız, birbirinden güzel, kimi zaman bir burukluk kimi zaman kocaman bir gülümseme sebebi yazılarla, anılarla dolu içi.
Karadeniz insanının bağlılığını, dik duruşunu, samimiyetini, nüktedanlığını , kıvrak zekasını,hayalerini, çılgınlıklarını, şanssızlığını - şansını, Trabzon'lu olmayıp en Trabzonsporlu olanları, dünyanın neresinde olursa olsun "BORDO" sesine mutlaka "MAVİ" diyecek birilerini bulanların gerçek hikayelerini okumuyoruz, adeta yaşıyoruz satıları arasında dolanırken.
:)

Ucu bucağı yok içine düştüğümüz deryanın. İçinde kaybolmadan, bir parçası olabilmeye niyetlendik. Hayrolsun.






2 Ekim 2010 Cumartesi

Güya şaka..Ucu hep bir kadına dokunan

 ’Fatmagül’ün suçu yok biz onu Bihter sandık’ ...

Ne kadar aşağılık bir söz.
Bir o kadar aşağılayan  söz.

Utanmadan,sıkılmadan eğlencelik diye  tribünlerde haykırıyor insanlar bunu. Önünü, ardını gittiği yerleri düşünmeden hem de.  Hoş  karşı tribündekilere -belkide öz akrabasına- dakikalarca söven adamlar, bunu söylemiş çok mu?

İlk okuduğumda  midem bulandı.
Gelip geçer, artık üstünde durulmaz dedim.
Yanıldım.
Daha da iğrenç söylemler dolanmaya başladı ortamlarda öznesi "Fatmagül" olan.
Daha ağır söylemler. Güya komik , güya eğlencelik. Ama öznesi hep  kadın olan.
Ayaklar altına alınan, bozuk para gibi pervasızca harcanan hep  kadın.
İğrenç duygu ve düşüncelerin aktarımında merkeze yerleştirilen hep  kadın.

İsminin ne olduğu önemli değil, yeter ki kadın olsun.
Nede olsa doğuştan suçlu.
Çünkü o kadın.

Tıpkı Güldünya gibi.
Tecavüz eden bir erkek (akrabası).
Suçlu bulan  erkek (aile meclisi).
Ölüm emri veren erkek( aile reisi).
Öldüren erkek. (katili).
Ama suçlu "Güldünya".
Çünkü kendini o "korumadı".
Çünkü o Türkiye'de bir kadındı.
Çünkü o sadece kadındı.

Tıpkı barış için çıktığı yürüyüşte aynı bahtsızlığı yaşayan Pippa Bacca gibi.

("Pippa Bacca, sanatçı arkadaşı Silvia Moro ile beraber "Barış Gelini" adıyla, dünya barışı için düzenledikleri ve 8 Mart 2008’de Milano’dan başlayıp Slovenya, Hırvatistan, Bosna, Bulgaristan, Türkiye, Suriye, Lübnan, İsrail ve Filistin güzergahından Tel-Aviv’de noktalanması planlanan bir yolculuk sırasında, Kocaeli’nin Gebze ilçesine bağlı Tavşanlı Köyü yakınlarında Ballıkayalar mevkiinde tecavüze uğramış ve boğularak öldürülmüştür." Kaynak:  Wikipedia )



Üç farklı kadın.
Üç farlı zaman.
Üç farklı yer.
Ama durum aynı.
Üstü örtbas edilen,kabul edilemeyecek. bir iğrençlik .

Ancak şu günlerde bundan daha da vahimi var.

Bu zihnniyeti şakayla (!) karışık sözlerle kanıksama var.
İlkokul çocuklarının bile dilinde sakız olan bir aşağılama var.
Ucu annelerine, ablalarına,teyzelerine, sevgililerine dokunan
Sıradanlaştırma, kabullendirme var !

Önüne geçilmezse daha vahim sözlere dönüşecek bir tavır var.
Yaşamın her alanında, her kesimden insanın dilinde "Fatmagül'ün suçu ne?"
Güya şaka.
Nereden bakarsan bak ucu hep bir kadına dokunan.

21 Eylül 2010 Salı

Bir Elif Miktarı


Bir elif miktarı mesafede durmak

Hissedebildiğince,

Bir elif miktarı nefes almak

Alabildiğince,

Bir elif miktarı bakmak

Görebildiğince,

Bir elif miktarı uzatmak anı

Doyabildiğince,

Bir elif miktarı yaşamak hayatı

Dilediğince...

Elif olmak

Bir miktarına sahip olmak

Bir elif miktarı olmak...


Not: Görsel vakti zamanında nette gezinirken bilgisayara kaydedilmiş. Kimindir bilmiyorum. :)


17 Eylül 2010 Cuma

Karmakarışık

17 Eylül 1961
Tam 49 yıl önce bugün.

Bir ülke başbakanını ve iki bakanını astı.
Kaos sürecinin (!) çözümü dar ağacında aradı.
Adalet ölümden yana tecelli etti.
Cellad gözünü bile kırpmadı.
Çamaşır asarcasına üç bedeni yağlı urgana astı.

Tıpkı kendisinden 11 yıl sonra aynı ağaca çıkacak olan Deniz gibi, Yusuf gibi, Hüseyin gibi...
Bir ülke kendi değerlerini kaosa kurban verdi.
Bir ülke kendi değerlerini darbelere yem etti.

Karışığız. Karmakarışık.

Sen gelde
Böylesine hazin bir günde ilk nefesini aldığına üzüntü duyma .
Sen gelde
"İyi ki" diyemeden "keşke" demek zorunda kalma.

Velhasıl kelam;

Karışığım. Karmakarışık.

16 Eylül 2010 Perşembe

Fanisin Dünya

Yalansın Dünya
Fanisin.
Anlıksın.
Bir varsın.
Bir yok.


Sana kapılmış pervane gibi dönüyoruz seninle beraber.
Dönüyoruz, dönüyoruz, dönüyoruz...
Hem de öyle bir dönüyoruz ki eteklerinde
Kendimizden geçiyoruz, unutuyoruz dünümüzü.
Acılarımızı, yaşanmışlıklarımızı.
Bir anlığına, sadece bir anlığına mutlu oluyoruz.
Ama sen onu bile çok görüp sarsıyorsun her birimizi.
Elinde tuttuğun balyozu kafamıza indirmek için tebessüm etmemizi bekliyorsun.
"Hop kendine gel" deyi veriyorsun aniden.

Ne güzel dönüyorduk , ne oldu?
Sersemliyoruz bu ani çıkışın karşısında , afallıyoruz. Anlam veremiyoruz.
Sonra yeniden hatırlayıveriyoruz ne büyük yalan olduğunu.
 Aslında "yok" olduğunu.
"Gerçeğe" yol alanı fark edice.

Düğümleniveriyor boğazımızda bir şeyler.
Ne ses çıkıyor, ne de seda.
Balyozun yine ensemizde.

Masmavi gökyüzüne bakan başlarımızı, bordo toprağına döndürmeyi yine başarıyorsun.
Yine içimizden en iyisini seçerek.Yine en hak etmeyeni.

Sırayla değil bu iş biliyorum, nefes sayısıyla.
Rabbimin layık gördüğü kadarıyla.
Yine en çok hakedene tek bir fazla nefes aldırmadan koydun yola.
Geride kalıp nefes alanlara aldığı nefesleri haram edercesine.
Yine.

Tek teselli bir gün aynı köşkün bahçesinde yine beraberce dönebilme ümidi.
Hiç bitmeyecek olan gerçeklikte.

***
Anonim bir türküdür "Vay Dünya"
Ali Ekber Çiçek' de güzel yorumlamıştır.

Der ki sözlerinde;

"Vay dünya dünya fanisin dünya

Vay dünya dünya yalansın dünya
Can ile cananı alansın dünya
Aşk ile pervane dönersin dünya"


Vay Dünya - Ali Ekber Çiçek


***
Mavi gözlü dev adam, selam söyle yüreğimin diğer yarısına, gençliğime, sebeb-i varlığıma.
Dualarımız, yüreklerimiz sizinle.
Rahmet ola.

13 Eylül 2010 Pazartesi

O N İ K İ E Y L Ü L i k i b i n o n T R A V M A T İ K S O N

Eylül.
En sevdiğim.
Rengarenk, ılıman bir o kadar yaşanabilir.
Yeri doldurulamayacak mutlulukların,
Bir o kadar acının ayı.

O n İ k i E y l ü l

Bir mihenk taşı.
Otuz yıl önce de öyleydi.
Bugün de.

Bir bütün;

Önce bölündü.
Parçalardan  biri diğerini sokacak foseptik aradı, diğeri birinden anlayış.
Sonra çarpıldı.
Durmayan -durdurulamayan- "Dur"ant'ın rüzgarıyla.
Daha sonra toplandı.
Dev yüreklerin etrafında. Bütünlüğünü hatırladı. Yeniden kenetlendi.
En son çıkardı.
Zor olsa da (U)mutsuzluğundan mutluluğu.

Hayat bir matematik problemi.
Çözüm;
Sırasıyla dört işlem.
Kısa, net.
Böl, çarp, topla, çıkart.
Özetle tarihin tekerrürü.
Yani
12 + yetmiş milyon küsür yürek için
 o n i k i e y l ü l  i k i b i n o n
Yine
T r a v m a t i k s o n.

10 Eylül 2010 Cuma

Bugün Bayram!!!

Bugün bayram. 

Öncesi;


 tatlı tatlı telaşlanmaca,
birazcık hüzünlenmece.

 
Kendisi;

Susmayan kapılara koşturmaca
şekelik doldurmaca,
tatlıyla beraber parmakları yemece,
sohbete doymaca, doyurtmaca
...
Giyinmece süslenmece, anıları tazelemece,
gözleri doldurmaca, boşaltmaca
hasret gidermece
 

bir avuç şekerle dünya güzellerini mutlu etmece.

Gezmece, tozmaca, eğlenmece
yüreği ağızlara getirmece
rengarenk bir dünyada kendinden geçmece.

Sonrası;


                             

mutluluğu yansıtmaca.


Kutlu ola, şen ola!
Tekrarı seneye yine nasip ola.




6 Eylül 2010 Pazartesi

Plan yapma plan

Hani çok meşhur bir söz var.

"Hayat sen planlar yaparken başına gelenlerdir."

Kimin sözüdür, ne zaman söylenmiştir bilinmez.

Bu sözün ışığında bende diyorum ki;

"Nasipsiz dayak bile yenmezken plan yapmak sadece zaman kaybıdır."

:)

2 Eylül 2010 Perşembe

Yemeğin salçalısı makbul-müş

Efenim  sen tut Kaçkarların doruklarından kopup Torosların eteğine yerleş.
Toprağına hasret kal.
Vuslat özlemi çek.
Sonrada olduğun yerin
Huyunu suyunu benimse sonra da geriye döneme.
Vaziyetimiz budur.

Salça nedir bilmeyen genlere sahipken salçasız yemek yiyemez olduk iyi mi?

Şunun şurası salçayla hele de biber salçasıyla olan tanışıklığımız yirmi senelik bir zaman. Pek uzun sayılmaz. Sonuçta yemek kültürü öyle kolay edinilen bir olgu değil. Yılların alışkanlığı, vücudun adaptasyonu vs. bir sürü şeysi var.
Ama bizde süreç o kadar hızlı ilerlemişki artık biber salçası bir kültürden öte bir parçamız olmuş. Düşünün ki domates salçası bile kesmez oldu yemeklerde. Hele salçasız yemek. Aman Allah'ım düşüncesi bile korkunç. Ne öyle beyaz beyaz.

Yemek dediğin kıpkırmızı olur. "Beni yeeeee, beni yeeee" diye gözünün içine bakar.

Bu durumu test ettik onayladık efendim. Genlerimizin ilk haline ithafen salçasız bir yemek yapalım dedik.Özendik bezendik yaptık birşeyler.İftara hazır eyledik. Ezan okundu ,çorbalar içildi sıra geldi mi salçasız şaheserimize. Neyse, koyduk tabaklarımıza. O da ne? Kimse elini bile sürmez. Öyle melül melül bakışır yemekle. İlk şok atlatılır, bakışlar diğer nimetlere çevrilir. Ve o bakışlar bir daha tabaklardaki salçasız yemekcaza çevrilmez.

Yapanın içi burkulur. "Burda da mı renk ayrı mı" der. "Sofrada da mı ?"
Sonra kabullenir. "Alışmış kudurmuştan beterdir" diye mırıldanır içten içe.
Toplar tenceresini tabağını, döner mutfağına.

Velhasıl kelam.
Huzurlu sofralar için,
Yemeğin salçalısı makbul- müş.

:)

31 Ağustos 2010 Salı

Hazım-sız-lık

Beş parmağın beşide bir değilken her insanın bir olmasını beklemek hayalperestlik olur. Ama bu beş parmak tüm farklılıklarına rağmen kavgasız gürültüsüz bir arada burabiliyorken insanlar neyi paylaşamıyor da hep bir hır gür içindeler.Anlaması hayli güç.

Farklıyız. Halimizle ,tavrımızla, duruşumuzla, görüşümüzle, kapasitelerimizle genlerimizle yani, herşeyimizle birbirimizden farklıyız. İnsanoğlu için  müthiş bir fırsat aslında.

Birinin düşünemediğini diğeri düşünse, fikir teatisi yapılsa. Bir sinerji kurulsa, doğru işlere aktarılsa, dünya güllük gülistanlık olsa. :)

 Ama yoook. İnsanoğluyuz biz. Bizden olmayanı, biz gibi düşünmeyeni asmalıyız, kesmeliyiz, yok etmeliyiz!

Yahu doğru tek olabilir. Ama doğruya giden milyonlarca yol var. Herkes kendine uygun olanı seçip yürüyor. Neyini çekemiyorsun bu durumun?
çekemediğin gibi birde osun ,busun, şusun diye yaftalıyoruz.

Ey Ademoğlu,
Karşındaki insan senden farklı düşünüyor diye onun düşüncelerine hazımsızlık gösterip öykürmenin ne manası var?
O'na  senden farklı diye saçma sapan aşağılayıcı sözler takmanın ne manası var?
Bu saçmalığın sana ne gibi bi faydası var?

Allah'ın bahşettiği yüce nefesi böyle abidik gubidik şeylere neden harcarsın ki?


Velhasıl kelam, hazımsızlık başa bela.hem maddi hem manevi.

Maddi olana soda, manevi olana saygı duyabilme iyi geir.
Nacizane tavsiyedir.

27 Ağustos 2010 Cuma

Sütlü Aş

Üzgünüz efendim.
Derinlerde bir yerlerde sızlıyor yüreğimiz.
Görmedik, duymadık ama hissettik.
Hem de en derinden.
Son anına kadar dua ettik, tarih tersine tekerrür etsin istedik.
Şansımız bu kez yaver gitsin, şeytanın bacağını kıralım istedik.
Olmadı.
Olmayınca olmuyormuş.
Yine acılı versiyonundan görmüş olduk.
Sövmedik, saymadık, yıkılmadık.
Sadece üzüldük.
Üzüntümüzü ne hafifletir dedik, bakındık etrafımıza.
Sığınacak liman aradık kısacık bir an uğruna.
Buzdolabından göz kırptı sütlü aş o anda.
Sevilmediğini bile bile ısrarla.

Fırtınalı bir akşamın ardından sütlü aşın sakin limanına demirledik bünyeyi bir beş dakikalığına.
İçimizdeki yangına bir damla serinlik oldu hiç yoktan.
İyi geldi.

***
Aklıma geldide şu mübarek günde neden kıramadık şu şeytanın bacağını?
Mübarek Ramazan'da zincire vurulur  ya, ondan mıdır ki?
İhtimal.
Olabilir pek  tabi.
:)

23 Ağustos 2010 Pazartesi

Bir fırtına tuttu kanaryayı :)

Uğur yaptım. İzlemiyorum, dinlemiyorum sadece arada netten takip ediyorum fırtınamın maçlarını. Çok daha stresli çok daha fena bir durum olmaya başladı her defasında.
 Görmüyorum, duymuyorum sadece hissediyorum. İçim içimi yiyor .Farklı görüşlerden durum analiziyle neler olup bittiğini kestirmeye çalışıyorum. Maçın heyecanı yetmezmiş gibi kendime artı bir heyecan çıkarıyorum. Saçlarımdaki aklara bir yenisini daha ekliyorum her defasında.
 İnsan kendine bu ızdırabı yaşatır mı?
İşte inanç.
Yaptırıyor insana.
Sadece gönlümle hissettiğimde fırtınam daha bir sert esecek, tuttuğunu koparacakmış gibi geliyor.
Bu akşam olduğu gibi.

Üç ay gibi bir sürede üçüncü kez fırtınama tutulan kanaryanın artık yolunacak tüyüde kalmadı. :)
[1/05/2010-23/08/2010]

Mutluyum be. Hem de çok.
Kendi kendime yaşattığım gereksiz strese rağmen mutluyum.
Onurlu, gururlu kendini ezdirmeyen duruşuyla hep daha kuvvetli esen fırtınama sahip olduğum için mutluyum.

14 Ağustos 2010 Cumartesi

INCEPTION



Son zamanlarda izlediğim ve belkide uzunca bir süre bu kadar iyisini izleyemeyeceğim bir şaheser.
Rüya içinde rüya, rüyalarda çalınan fikirler.
Daha da ötesi yerlştirilen fikirler. Mümkün mü?
Cristopher Nolan işte bunu işlemiş son filminde. E Leonardo ,Ken ve diğerleride ustaca işlemişler.

Filmin muhteşem senaryosu, kurgusu, müzikleri ,oyunculuklar, insanı büyüleyen aksiyon sahneleri bir yana filme ayrı bir lezzet katan filmin akışına yön veren o minicik detaylar bir yana.

Hani hayatta "detaylara takılıp bütünü kaçırıyorsun" denir ya. Aslında öyle değil o.
Detaylar olmadan bütün yok aslında. Muhteşem bir detay muhteşem bir bütünün habercisi. O yüzdendir ki bütünü yakalayabilmek için aslında detaylara takılmak, özümsemek lazım.

Ey detaylar seviyorum sizi.
Hayat sizinle güzel be.

Nolan seni de seviyorum detayların güzelliğini yeniden hatırlattığın için.

2 Ağustos 2010 Pazartesi

sıcak çoook sıcak

Müthiş bir sıcak var Akdeniz 'de. Denize girip ıslanmaya gerek yok, hep ıslak geziyoruz artık. Deniz dahi serinletmiyor kimi zaman. Dostlar olmazsa zaman geçmiyor sanki, geyiğin dibine vurmadan çekilmiyor basmış havada bir hafta sonu.




Güzel sohbetler eşliğinde yenen leziz yemeklerle nirvanaya ulaşabiliyor insan ancak. Oraya kadar çıkmışkende inmek için nazlanıyor. Yemekler bitmesin, sohbet kesilmesin istiyor. Paylaştıkça çoğalsın güzel anlar azalsın kavurucu sıcaklar. :)



Ne yaparsak yapalım.

Ne olursa olsun.
Değişmeyen tek şey: Hava


Sıcaaaaaaaaaaaaaaaaak !

29 Temmuz 2010 Perşembe

Birzada imza çalışalım







Şu sanal alemi keşfetmeye devam ediyoruz. Bu kez de imza çalışmalarında bulundum. Birkaç örnek yaptım. Devamı gelecek. Henüz içime sinen olmadı. Daimi imza için birazcık daha çalışmak lazım sanırsam.
:)


28 Temmuz 2010 Çarşamba

4. köşe : bici bici


Hani nirvanaya giden yolar vardır.

Dolambaçlı, ama insanı mutlu eden.

Nirvanama ulaşan yolun son köşesi işte bu.


Bici bici :)